Sunuş...

Prof. Dr. Mehmet Celal OZDOĞAN
Proje Bilimsel Danışmanı
KUMID Yönetim Kurulu Üyesi

Kültür varlıkları açısından ülkemizin ne kadar büyük bir zenginliğe sahip olduğu ve bu zenginliğin tüm insanlığın ortak belleği açısından taşıdığı önem tartışılmaz bir gerçektir. Bu her zaman hepimiz için bir övünç kaynağı olmuştur. Ancak genellikle göz ardı ettiğimiz, böyle bir zenginliğe sahip olmanın getirdiği sorumluluk ve yükümlülüklerdir. Kültür varlıkları insanlığın, insanların yarattığı uygarlığın belleği, başka bir deyişle bilgi arşivleridir. Bunların bazıları binlerce, onbinlerce ve hatta yüzbinlerce yıl öncesinden günümüze kadar toprak altında korunagelmiş olabilecekleri gibi, bazıları daha yakın bir geçmişe ve hatta bizden bir kuşak öncesine de ait olabilirler. Her ne kadar konunun uzmanları kültür varlıklarını kendi içinde, kendi uzmanlık alanlarına göre çok farklı şekillerde sınıflandırmaktaysalar da, bunları toprak üstünde görülebilenler ya da toprak altında gömülü olanlar şeklinde daha basit olarak da ayırabiliriz. Toprak üstündekiler genellikle konunun uzmanı olmayan bir kişinin bile kolaylıkla “bu eskidir” diye ayırdedebileceği ören yerleri şeklindedir; buna karşılık toprak altındakilerin varlığını bir uzman belirleyebilir. Her iki durumda da, ister toprak üstünde görülebilir ister toprak altında gömülü durumda, bunların uygarlık tarihi açısından taşıdığı önem ancak bir uzman tarafından ele alındığında ortaya çıkar. Bunu şu şekilde de açıklayabiliriz: Kültür varlıkları uzmanlar tarafından ele alınmadığında kullanılamaz durumdaki ölü arşivler niteliğindedir, bunların insanların yararlanabileceği bilgiye dönüşmesi için uzmanların, yani arkeolog, sanat tarihçi gibi bilim insanlarının müdahalesi gerekir. Bu nedenle, değil önemli olduğunun, varlığının bile farkına varılmayan yerlerin her zaman yok edilme tehdidi altında bulunduğu, hepimizin bildiği ve korktuğu bir gerçektir. Son yıllarda çağdaş yaşamın gereği olan büyük bayındırlık yatırımları, hızlı kentleşme ve sanayileşme, hammadde gereksinimi, toprağa büyük ölçekte müdahale edilmesini beraberinde getirdiğinden, binlerce yıldan bu yana korunagelmiş olan kültür varlıkları, uygarlığımızın bu önemli bilgi dağarcığı hiç belgelenmeden, öğrenilmeden yok olma sürecine girmiştir.

İkinci bir tehdit de, uzmanlar tarafından ortaya çıkarılmış, topluma ve insanlığa kazandırılmış olan kültür varlıklarının korunarak gelecek kuşaklara aktarımıyla ilgili karşılaşılan sorunlardır. Yanlış müdahaleler, turizme hizmet edeceği sanısıyla yapıların gerçek niteliklerini, özelliklerini bozacak türdeki onarımlar bunların gelecek kuşaklara sağlıklı bir şekilde aktarılabilme şansını ortadan kaldırmaktadır.

Kültür varlıklarının karşı karşıya kaldığı tehditler, kuşkusuz burada sıraladıklarımızla sınırlı değildir. Yakın zamanlara kadar koruma ile çağdaş yaşamın gereklerinin birbirlerinin uzlaşmaz karşıtları olarak görülmesi, bu sorunu çözümsüz bir ikilem haline getirmiş ve bunda da hemen her zaman kaybeden taraf kültür varlıkları olmuştu. Son yıllarda dünyada gelişen yaklaşım bu iki girdinin, koruma ve çağdaş yaşamın birbirlerinin karşıtları değil, akılcı bir planlamayla birbirlerini tamamlayarak zenginleştiren öğeler olarak bütünleşmesidir. Bu bağlamda, özellikle 1960’lı yıllardan itibaren meslek kuruluşları, uluslararası örgütler ve kültür varlıklarının öneminin bilincine varan ülkeler, kültür varlıkları zarar görmeden, çağdaş yaşamın gerekliliklerinin yerine getirilebilmesi konusunda yoğun bir çaba içine girmişlerdir. Kuşkusuz bu tür bir yaklaşım, düşünce sisteminde devrim sayılabilecek dönüşümleri içerdiğinden kolay değildir; bu nedenle de öngörülen bu düşüncenin uygulamaya geçmesi uzun bir sürece yayılmıştır. Aradan geçen yarım yüzyıllık döneme genel olarak baktığımızda, bugün bize çok basit gibi gelen ilk adımların ardından bu konudaki fikirlerin, yeni açılımların nasıl geliştiğini, uygulamada karşılaşılan sorunların çözümü için yeni arayışların nasıl şekillendiğini ve giderek “kültür varlığı” kavramının nasıl yeni bir boyut kazandığını görmekteyiz. Önceleri korunması gerekli kültür varlıkları yalnızca seçilmiş, belirli özelliğe sahip yerlerle sınırlıyken, giderek bu tanımın yeni anlamlar yüklendiğini ve en sonunda günümüzde çok geniş kapsamlı yeni bir açılım olan “kültürel doğal ortam” (cultural landscape) boyutuna taşındığını görmekteyiz.

Maalesef ülkemiz uzun bir süre kültür varlıklarının çağdaş yaşamla bütünleşmesi ile ilgili tartışma platformlarının dışında kalmıştır; herhalde bunda ülkemizdeki görkemli ören yerlerinin sayısal çokluğu ve bunların korunmasıyla ilgili sorunların çok farklı niteliklerde olması bizim bu tartışmaların dışında kalmamızın nedenleri arasındadır.

Kültür varlıklarıyla ilgili düşünsel devrim ülkemize uzun bir süre aktarılmamış ve bu nedenle gelişen terminolojiye de yabancılaşılmıştır. Bu süreç içinde uluslararası anlaşmaların bazıları Türkiye tarafından da imza altına alınmış, ancak tam olarak ne anlama geldikleri anlaşılamadığından ve daha da önemlisi eski eserlere bakışımızı yönlendiren düşünce sistemimiz çağdaş dönüşümü gerçekleştiremediğinden altına imza attığımız kararlar bile mevzuatımıza gereği gibi yansıyamamıştır. Son yıllarda başta Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği olmak üzere, Dünya Bankası gibi büyük finans kurumlarıyla olan ilişkilerdeki yakınlaşma, ister istemez kültür varlıklarıyla ilgili bakış açımızı zorlamaya başlamıştır. Gene bu süreçte, konunun öneminin bilincinde olan seçkin bilim insanlarımız, yeni açılımları ülkemize kazandırmak için bireysel düzeyde saygıdeğer çabalar içine girmiş, çeşitli uluslararası anlaşmalar, yönergeler dilimize çevrilerek basılmıştır. Ancak bu konuda öylesine geç kalınmış ve son dönemde kültür varlıklarıyla ilgili karar, yönerge, tüzük ve benzeri öylesine zengin bir platform oluşmuştur ki, bu açığın kapatılmasının kolay olmayacağı da ortadadır.

Günümüzde artık Türkiye’de, kültür varlıklarının korunması ve bu konuda bilimsel temeli olan sürdürülebilir modellerin geliştirilmesi konusunda giderek yaygınlaşan bir eğilimin varlığından söz edebiliriz. Bu arayışı yalnızca Avrupa Birliği mevzuatının gereği olan uyum süreciyle öşdeşleştirmenin de doğru olmadığı kanısındayız. Çarpık şehirleşmenin, kültürel ve çevre kirliliğinin ve özellikle kültürel yozlaşmanın getirdiği sıkıntıların baskısı, yeni çıkış yollarının bulunması konusunda toplumumuzu yeni arayışlar içine girmeye yöneltmiştir. Ülkemizin kültür varlıklarının zenginliği, çeşitliliği diğer Avrupa ülkeleriyle karşılaştırılmayacak düzeydedir; aynı şekilde sağlıklı ve sürdürülebilir çözümler için karşılaştığımız sorunlar da temelde farklılık göstermektedir. Bu nedenle başka yerlerden alınacak çözüm modellerini olduğu gibi ülkemize aktarmak doğru bir seçim olmayacağı gibi, mutlaka ülkemizin yapılanmasına, koşullarına ve kültür varlıklarımızın sayı, nitelik ve önemine uygun yeni çözüm yollarının geliştirilmesi gerekir. Ancak ülkemize özgü geliştirilecek olan çözüm yollarının uluslararası çağdaş yaklaşım ve uygulama ilkeleriyle uyum sağlayarak örtüşmesi gerekir. Bu da çözüm arayışı içine girdiğimiz bu süreçte, dünyada bu kapsamda geliştirilmiş olan her türlü düşünce sistemi, bilgi ve kuralların ciddi bir şekilde incelenerek özde anlaşılması gereğini beraberinde getirmektedir.

Bu nedenle Kültür Mirasını Koruma Dostları Derneği tarafından Avrupa Birliği, UNESCO, ICCROM, ICOMOS gibi uluslararası kurumların koruma ile ilgili mevzuatları ve ilgili belgelerinin Sivil Toplum Diyaloğu –Avrupa Bilgi Köprüleri Programı kapsamında yürütülen “AB Kültürel Miras Mevzuatı ve Türkiye” Projesiyle dilimize kazandırılmış olması, bu konudaki büyük bir açığı kapatmaktadır.

Bu kitabın/web sayfasının hedef kitlesini akademisyenlerle sınırlı görmek doğru değildir; bunlar zaten konuyla ilgili bilim insanlarımızın bilgisi dahilindedir. Ancak giderek sayıları artan ve kültür varlıklarına ilgi duyan sivil toplum örgütleri, yerel yönetimler ve bunlarla birlikte çalışan genç uzmanların, söz konusu mevzuatı toplu ve Türkçe olarak bulabileceği bir kaynak yoktur. Her ne kadar bu yayınla ilgili tüm mevzuatı kapsadığımız gibi bir iddiamız yoksa da, bunu en azından bir başlangıç olarak görmek teyiz ve çağdaş dünyayı anlamaya yönelik bu tür çabaların sürdürülmesi gerektiği düşüncesindeyiz.

Bu çalışmanın yapılması öngördüğümüzün ötesinde zorlu bir süreci gerektirmiştir. Bu bağlamda karşılaştığımız en önemli sorun, yukarıda değindiğimiz gibi son yarım yüzyıl içinde çağdaş dünyada gelişen yeni terimlerin dilimizde karşılıklarının bulunması olmuştur. Birçok sözcük geleneksel tanımının ötesinde yeni anlamlar yüklenmiştir. Her ne kadar bu çeviriyi üstlenen meslektaşlarımız ve uzmanlarımızla Türkçe’de doğru sözcüklerin üretilmesi, doğru karşılıkların bulunabilmesi için yoğun bir çaba harcadıysak da, birçok terimin karşılığının bulunmasında yetersiz kaldığımızın farkındayız. İleride bu konular üzerinde düşünen, yeni fikirler üreten genç kuşakların ortaya çıkmasıyla yalnızca çağdaş dünyada gelişen kavramlara Türkçe karşılık bulmakla kalmayıp, dünya kültür mirasının çok büyük bir kısmına sahip olmakla övünmemizin gereği olarak, yeni kavram ve açılımları da üretmemizin gerekliliğine inanıyoruz. Ancak o zaman uygarlığın ortak kültür mirasına sahip olmanın gereği olan sorumluluğumuzu yerine getirmiş oluruz.

16 Ekim 2007, İstanbul

 

Bu döküman Avrupa Birliği’nin mali katkısı ile hazırlanmıştır. Bu dökümanın içeriğinden sadece Kültürel Mirasın Dostları Derneği-KÜMİD  (Proje Sahibi) ve Dokuz Eylül Universitesi-DEU (Proje Ortağı) sorumludur ve bu içeriğin herhangi bir şekilde Avrupa Birliği’nin görüş veya tutumunu yansıttığı mütalaa edilemez.